Nâzım Hikmet ve Türk Yurttaşlığı
Nâzım’ın Yurttaşlıktan Çıkarılması
Bakanlar Kurulu, 25 Temmuz 1951 gün ve 3/13401 Sayılı Kararıyla, Nâzım Hikmet’i, komünist düşüncelere sahip olduğu ve bu amaçla Türkiye’deki hükümet biçimini ve hükümet edenleri eleştirmesi nedeniyle yurttaşlıktan çıkarılmasına karar vermiştir.
Karar, 15 Ağustos 1951 tarihli Resmi Gazete ‘de yayımlanacaktır:
“Pasaportsuz olarak İstanbul’dan Romanya’ya kaçan ve oradan da Moskova’ya giderek havaalanında memleketi aleyhinde beyanatta bulunduğu ve müteakiben radyo yayınlarında Türkiye’nin hükümet şekli ve hükümeti idare edenler aleyhinde geniş propaganda kampanyasına girişerek komünizmi yaymak maksadını güden neşriyatıyla Sovyet Hükümetinin verdiği hizmeti ifa etmekte olan maruf komünist Nâzım Hikmet Ran’ın kendisine bu hizmeti terk etmesi hususunda yapılacak tebligatın bir fayda vermeyeceği mülahaza edildiğinden Türk vatandaşlığından çıkarılması; İçişleri Bakanlığı’nın 25.7.1951 tarihli ve 40945 sayılı yazısı üzerine, 1312 sayılı kanunun 10. maddesine göre Bakanlar Kurulunca 25.7.1951 tarihinde kararlaştırılmıştır.”
Görüldüğü gibi, Bakanlar Kurulu’nca Nâzım Hikmet’in “memleketi aleyhine beyanatta bulunmak”, “hükümet şekli ve hükümeti idare edenler aleyhinde propaganda yapmak” ve nihayet, “komünizmi yaymak maksadını güden neşriyatı”, “Sovyet Hükümetinin verdiği hizmeti ifa etmek” olarak yorumlanmış ve yurttaşlıktan çıkarılma gerekçesi sayılmıştır.
Nâzım Hikmet’in kararnameye konu konuşma ve açıklamaları ya da yayın faaliyeti, düşünce açıklama özgürlüğünün kapsamı içerisindedir. Nâzım Hikmet’in salt düşünceleri nedeniyle suçlanarak yurttaşlıktan çıkarılmış olduğu anlaşılmaktadır.
Böyle bir uygulamayı, hukukun kabul edebilmesi elbette ki mümkün değildir.
Ama bu, yaşanmış bir gerçektir. Hükümete ve rejime yönelik her düşünceyi ve eleştiriyi, Sovyetler Birliği hükümetine bağlamak, o günlerin moda tutumudur. Nâzım Hikmet işte bu ruh haliyle suçlanmış ve yurttaşlıktan çıkarılmıştır.
Nâzım Hikmet’in düşünceleri nedeniyle yurttaşlıktan çıkarıldığı gün, Türkiye, Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın üyesidir; 1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni de imzalamıştır.
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin imzacı bulunan her devlet, bildirinin içerdiği hak ve özgürlükleri ayırımsız tüm yurttaşlarına tanımakla yükümlüdür. Bildiri, herkesin düşünce ve inançlarını ülke sınırları içinde ve dışında özgürce açıklama hakkını kabul etmektedir (Md. 18, 19). Öte yandan, herkesin yurttaşlık hakkı bulunduğunu ve hiçbir zaman “keyfi olarak” yurttaşlıktan çıkarılmayacağını da öngörmektedir (Md. 15).
Anlaşılan o ki, o günün Türkiye’si için, bu ilkelerin pek de bir anlamı yoktur.
Bu anormallik içerisinde bir başka boyut daha bulunmaktadır.
Nâzım’ın, yurttaşlıktan çıkarılmasının kanıtı olarak gösterilen “memleketi aleyhine beyanatta bulunmak”, “hükümet şekli ve hükümeti idare edenler aleyhine propaganda yapmak” ve nihayet, “komünizmi yaymak maksadıyla neşriyatı” yönündeki faaliyetinin suç niteliğinde olup olmadığı da belirsizdir.
Kararname bu eylemlerin içeriğini tartışma konusu yapmamaktadır; bu yönde herhangi bir değerlendirmeye yer vermemektedir. Nâzım Hikmet’in bu düşünce ve faaliyetinin yasalar karşısında “suç” sayıldığı belirtilmemektedir. Bu anlamda bir iddia bile söz konusu edilmemektedir. Gerçekten de, kararnamede sözü geçen bu eylemler nedeniyle 1951 yılında ve daha sonraki yıllarda, Nazım Hikmet hakkında ne bir soruşturma yapılmış, ne de bir dava açılmıştır.
Yurttaşlıktan Çıkarılma Kararı Hukuka Uygun Değildir…
Nâzım Hikmet, beyanat vermek, yayın yapmak gibi nedenlere dayanılarak yurttaşlıktan çıkartılmıştır. Bu eylemler, Nâzım’ın Sovyet hükümetinin hizmetine girdiğinin kanıtı kabul edilmektedir.
Yurttaşlıktan çıkarmayı gerektirici olduğu ileri sürülen söz konusu beyanat ve yayının ne zaman, nasıl ve ne şekilde gerçekleştiği, içeriğinin ne olduğu, Sovyet Hükümeti ile ilişkisinin bulunup bulunmadığı, hiçbir metinde, hiçbir belgede veya kararnamede tartışılmış bile değildir. Bu beyanat ya da yayın faaliyetinin, yurttaşlıktan çıkarılmayı gerektirici nitelikte veya bu anlama gelecek bir biçimde kullanıldığına ya da gerçekleştiğine ilişkin de ciddi bir kanıt ve değerlendirme bulunmamaktadır. Öne sürülmüş değildir.
Dikkatlice okunduğunda görüleceği gibi, kararnamede, tek satırla olsun, bu yönde bir anlatım ve değerlendirme, hatta tek bir sözcük bile bulunmamaktadır.
Bu iddialar, hukuka uygun ve ciddi kanıtlar olmaksızın ileriye sürülmektedir. O nedenle iddia hukuki bir dayanaktan yoksundur, soyut suçlamadan ibarettir.
Oysa, hukuk, suçlamaların kanıtlanması yükümlülüğünü öngörmektedir. Her iddianın, onu ileri süren tarafından kanıtlanması gerekir. Bu, hukukun temel ilkesidir. Hükümetin daha ilk adımda, hukukun bu ilkesini görmezden geldiği anlaşılmaktadır.
Nâzım Hikmet’in yurttaşlıktan çıkarılmasına ilişkin Kararnameyi bu yönüyle hukuki saymak olanaksızdır. Kararname yasaya aykırıdır, keyfi bir uygulamayı ifade etmektedir.
Ne ki, hükümet, gözünü karartabilmiş ve böylesine bir kararı alabilmiştir.
O nedenle bu karar, Türk Tarihinin yüz karasıdır, utanılası bir ayıbıdır.
İçişleri Bakanlığı’nın Nâzım Hikmet ile ilgili dosyasında yer alan Nâzım Hikmet’in yurttaşlıktan çıkarılmasına ilişkin Emniyet Genel Müdürlüğü’nün “Teklif yazısı” 25 Temmuz 1951 tarihini taşımaktadır. Bu yazı aynı gün, İçişleri Bakanlığı’na sunulmuş, ardından özel ulakla Başbakanlığa ulaştırılmıştır. Başbakanlık, Nazım Hikmet’in yurttaşlıktan çıkarılması Kararnamesini yine aynı gün içerisinde hazırlamış ve gün bitmeden işlemin sonuçlandırılmasını istemiştir. Bakanların ve Cumhurbaşkanının imzası da tamamlanır ve Nâzım Hikmet, bir gün içerisinde yurttaşlıktan çıkarılır.
Telaşla ve aceleyle alınan bir karardır bu.