Tiyatrosu
Zehra İpşiroğlu
Nâzım Hikmet’in 1930’lardan başlayarak süregelen tiyatro çalışmalarının sürekli bir arayışı dile getirdiğini görüyoruz. Dramatik, epik, grotesk, absürd, taşlama gibi çeşitli türleri ve biçimleri deniyor, çeşitli etkilerde kalarak, bir çok gelenekten yararlanıyor. Çocukluğunda geleneksel halk tiyatrosuyla, meddahla ortaoyunuyla, Karagöz ve Hacivat’la tanışan, gençliğinde Darülbedayi’de izlediği operet ve oyunlarla ilk kez Batı anlamında bir tiyatro ile karşılaşan Nâzım Hikmet’e, Sovyetler Birliği’ne gittikten sonra bir dünya açılıyor. Opera, bale gibi gösteri sanatlarının çeşitli türleriyle tanışıyor. Bunların kendi sanatını nasıl etkilediğini şöyle dile getiriyor:” Sanatta ve hayatta kestirmeliğin, sadeliğin, süssüzlüğün, yaldızsızlığın ve kadifesizliğin gerektiğini Bolşoy’da seyrettiğim operalardan öğrendim. Durmadan kımıldayan, değişen kompozisyonun yalnız balede değil, dramda, romanda, şiirde nasıl olması gerektiğini Güzel Yusuf balesinden öğrendim.” Nâzım Hikmet Sovyetler’de Stanislavski’den Meyerhold’da değin uzanan bir çizgi içinde birbirinden çok farklı tiyatro anlayışları ve tasarımlarıyla karşılaşıyor, Futuristlerle ve Meyerhold’la tanışıyor. Özellikle dramatik tiyatro geleneğine ve yanılsamacılığa karşı çıkan Meyerhold’un tiyatro kuramından çok etkileniyor.
N.Hikmet’in Moskova’daki öğrencilik yıllarından sonra İstanbul Şehir Tiyatro’sunun başında olan Muhsin Ertuğrul ile birlikte sürdürdüğü tiyatro ve sinema çalışmaları 1938’de tutuklanıp yargılanana değin sürüyor. Ellili yıllarda af kanunundan yararlanarak tutukevinden çıkan yazar, sürekli polis izlemesi yüzünden bir türlü özgürlüğe kavuşamadığı için, yurt dışına gitmek zorunda kalınca, yapıtlarını, kendi ülkesindeki izleyici ve okuyucuyla buluşması 1965’e değin ertelenmiş oluyor. Bu tarihten sonra oyunlarından bir bölümü sahnelendiği gibi, şiirleri de tiyatroya uygulanıyor.
Bu metin, Zehra İpşiroğlu’nun “Gençler İçin Nâzım Hikmet Oyunları” adlı kitabından alınmıştır.
“NÂZIM HİKMET’İN TİYATROSU” KONULU YUVARLAK MASA TOPLANTISI SONUCUNDA DÜZENLENEN ORTAK METİN
Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nın çağrısı ile 13 Ekim ve 14 Ekim1995 günlerinde yapılan yuvarlak masa toplantısında sunulan tebliğler ve ardından yapılan tartışmalar Vakıfça derlenip bir kitap içinde yayınlanarak kamuoyuna ulaşacak olmakla birlikte, katılımcılar toplantı sonucu oluşan ortak görüşleri ayrıca aşağıda sunulan bir sonuç metniyle belirtmekte yarar görmüşlerdir.
Nâzım Hikmet’in tiyatro yazarlığı ve tiyatromuza kazandırdığı çok sayıda oyun, ülkemiz tiyatrosu için olduğu kadar dünya tiyatrosu için de çok önemli değerler taşıdığı halde çeşitli nedenlerle gözden uzak kalmış ve tiyatro sanatımız, var olan böyle bir yaratıcılığı, gerek Nâzım hayattayken bir tiyatro yazarımız olarak ve gerekse ölümünden sonra bir tiyatro klasiğimiz olarak yeterince tanıyıp sahne yaşamına geçirememiştir.
Söz konusu nedenlerden elbet en etkilisi Nâzım’a yönelik yasaklar olmuşsa da bunun yanında ayrıca kafalarda şaşırtıcı biçimde hala yerini koruyabilen oto sansür ve politik şartlanmışlık, kimi durumlarda daha bile engelleyici olabilmektedir. Dahası, Nâzım’ın tiyatro ürünlerinin kendine özgü ve tiyatro sanatına özgü farklı özelliklerini görmeğe yaklaşmaksızın, onlarda hep Nazım’ın bizde ve tüm dünyada hayranlık uyandıran şiiriyle aynı karakteristikleri arama şartlanması da bir başka olumsuz etken olarak rol oynamış ve oynamaktadır. Öte yandan, her güzel eser ve her değerli klasik gibi Nâzım’ın oyunlarının da uygulamada başarı için zoru göğüslemeyi ve ayrı bir sanatsal kapasiteyi gerektirmesi, ek bir risk etkisi yapmış olabilir. Veya Nazım’ın uzun yıllar hapishane koşulları dahil-sahne pratiğinin ve dünya pratiğinden kısıtlanmış durumda tiyatro yaratışını sürdürme güçlüklerinin de getirdiği, kimine göre teknik, kimine göre kurgusal,kimine göreyse salt ayrıntı sayılabilen arızaların abartılması, onun tiyatrosuna enine boyuna eğilmeyi geciktirmiş olabilir. Ama tebliğlerde ve tartışmalarda, bütün bunların aşılmaz olmadığı, hatta birbirinin tam karşıtı değerlendirmelerin ortaya çıkmasıyla, her klasik için söz konusu olan bir niteliğin varlığı saptanmış ve daha fazla gecikilmeksizin sorunun ele alınıp Nâzım’ın tiyatrosuna sahip çıkmak gereği, her şeyden önce bizim sanatımızın ve dünya tiyatro sanatının ihtiyacı olarak belirlenmiştir.
Tebliğ konuları açısından kısaca: Yılmaz Onay, ağırlıkla sorunu ortaya getirmeye yönelmiş; Ayşegül Yüksel, oyunları ele alan geniş bir inceleme sunmuş; Özdemir Nutku, Nâzım tiyatrosunun grotesk karakteristliğinin ve episodik yapısının altını çizerek, geçmişte kalmayıp tam tersine geleceğe ışık tutan niteliğini saptamış; Refik Erduran, bir dönem karşılıklı yakın ilişki içinde Nâzım’ın oyun yazımında getirdiği özelliklere yönelik yoğun notlar iletmiş; Kenan Işık, kendi sahnelediği “İvan İvanoviç Var mıydı, yok muydu?” deneyiminin derinliklerinden kalkarak Nâzım’ın dramaturjisine eğilmiş; Zehra İpşiroğlu “Tartüf 59” incelemesine yoğunlaştığı tebliğinde, oyunun günümüz için, toplumumuz için taşıdığı çekicilikleri ve önemi gün ışığına çıkarmıştır. Ali Taygun, Zühtü Bayar gibi öteki katılımcıların da etkin katkılar sağladıkları tartışmalar, şu noktaları daha da belirginleştirmiştir.
Nâzım Hikmet’in tiyatrosu, şiirinin gölgesinde kalınmaksızın, bu tür ön yargıların etkisinden sıyrılarak tiyatro sanatının özgül duyarlığıyla kavranmalıdır (Nâzım’ın şairliği ile tiyatro yazarlığı arasındaki bağıntılar ayrı bir araştırma konusu olarak önerilmektedir).
Böyle bağımsız yaklaşıldığında Nâzım’ın, tiyatro sanatımızı dünyaya taşımada dayanabileceğimiz oyun yazarlarımızın en önde gelenleri içinde olduğu da görülecektir.
Nâzım tiyatrosunun klasik olarak değeri, onun ürünlerinin taşıdığı güncelliklerde, genel insansal ve ileriye dönük sürekli tazelikte yatmaktadır.
Nâzım’ın oyunlarının tematik çeşitliliği şaşırtıcı boyutlardadır. Her içerik için ona en uygun biçimi arayışı da gene şaşırtıcı bir biçim zenginliği doğurmuştur. Dolayısıyla Nâzım’ın tiyatrosu, yürekli denemeci ve araştırmacı yönetmenlere zengin yorum çeşitliliği ve olanakları sunduğu kadar, böyle bir yetkinliği de zorunlu kılmaktadır.
Uygulamada bir bakıma Nâzım’ın adına “sığınma” kolaycılığı denebilecek türden, katkısız ve sığ düzlükler, Nâzım’a “sadakat” ten çok, onun “iyi tiyatro yazarı olmadığı” tarzındaki önyargıya hizmet eder (Brecht uygulamalarında da karşılaşıldığı gibi). Oysa Nâzım’ın oyunları, tüm dünyada klasiklerin çağdaş uygulamalarının başarılı örneklerinde görülebildiği tarzda cesur dramaturji çalışmaları (gerektiğinde metne müdahale sorumluluğu da yüklenilerek) ve yaratıcı reji yaklaşımları, sahne ustalıklarıyla sahnelenmelidir. Ama bunun bir çekingenlik doğurmasına da gerek yoktur. Cesaretle ne kadar çok ve çeşitli uygulama ortaya çıkarsa, zenginlik ve derinlik de bir o kadar kendini gösterecektir.
Araştırmacılar için şu öneriler getirilmektedir:
Nâzım tiyatrosunun, çağdaş tiyatrodaki öncü yaklaşımlarla ilişkisi (örneğin: “Açık biçim”in çeşitli dallarıyla: tiyatro sanatındaki gerçekçilik, toplumcu gerçekçilik tartışmalarıyla: Brecht tiyatrosundaki epik anlayış, diyalektik bakış, yabancılaştırma yöntemleriyle: Sürrealist tiyatronun değişik akımlarıyla; fantastik tiyatronun, lirik tiyatronun örnekler ile, vb.).
Nâzım Hikmet oyunlarında kişileştirmeler (Grotesk boyutlar, doğalcı boyutlar: Kişilerde yabancılaşma, yalnızlaşma olgusu: Kadın’a bakış, vb.).
Nâzım’ın oyunlarında gülmece boyutları.
Katılımcılar, şöyle girişimlere çağrı yapmaktadırlar:
Nâzım’ın oyunlarının, hiç değilse uygun bir sırayla ama en güzel biçimde batı dillerine çevrilmesini sağlama girişimi:
Nâzım’ın oyunlarından gene uygun seçimlerle düzeyli yapımların gerçekleştirilip, bunların uluslar arası şenliklerde sunulması: Katılımcılar, pratik çabaların hızlandırılması amacıyla, sunulan bildirilerin ve tartışmaların yayınına ek olarak, rejisörle doğrudan uygulama konseptlerine dönük derinlikli sanatsal söyleşilerin yapılmasını ve bunlara aynı kitapçıkta yer verilmesini Vakfa önermişler ve bu öneri kabul edilmiştir.