Ressamlığı
Ancak Memet Fuat’ın dediğine bakılırsa, Nâzım’ın resim yapmaya düşkünlüğü, biraz daha sonra, İstanbul Tevkifhanesinde başlayıp Çankırı Cezaevinde patlak verecektir. Karakalem resimlerin yanında, yağlıboya, guaş ve pastel resimlerin yoğunluk kazanması bu dönemdedir. Cezaevinin içinden görünümler, mahkûmların, Piraye Hanım’ın portreleri ve otoportreler de aynı dönemin tarihlerini taşır. Bu çalışmalar, Bursa Cezaevi’nde yattığı yıllarda da aynı yoğunlukta sürecektir. Memet Fuat’ın dediği gibi, bu resimler onun için” oyalayıcı ve dinlendirici ” bir uğraş mıydı gerçekten? Eğer amaç, salt oyalayıcılık ve dinlendiricilik olsaydı, asıl uğraşı olan şiirin, ona bu olanağı belki de fazlasıyla sağlamış olduğu düşünülebilir. Oysa o zaman zaman “bugünlerde kendimi bütünüyle resme verdim” deyip başka her şeyi-ola ki zaman zaman şiiri de bırakmakta olduğuna göre(5), resim yapmanın baskın bir uğraş niteliği gösterdiği anlaşılıyor.
Hapishanede tanıdığı ve resim yapma hevesini, tutkusunu aşıladığı Balaban’a resim araç gereçlerini armağan ettikten sonra, resi çalışmaktan bütünüyle vazgeçtiği yolundaki söylentiler de gerçeği yansıtmıyor. Kitap okur yada karıştırırken bile sayfaların orasına burasına, kurşunkalemle desenler çizmeyi alışkanlık haine getiren birinin kafasında imgelerle süslü bir dünyanın yattığını düşününce, açıktan açığa olmasa da alttan alta bir ilginin Nâzım’ın yaşamında etkisini sürdürmüş olabileceği varsayımına hak vermek gerekiyor. Demek ki düşünme yönteminde, konuları somut biçimleriyle yorumlama güdüsü önemli bir rol oynamaktaydı. Nâzım’da, görsel algı yoluyla görüntüleri imgeye dönüştürme yönündeki ilk kapsamlı çalışmaların, 1939-40 yıllarında, kendi çehresi ve özellikle de eşi Piraye’nin portreleriyle başladığı, daha sonra da gene portre ağırlıklı olarak sürdürdüğü anlaşılıyor.
En yakınında gördüğü ve tanıdığı kişilerden yola çıkarak resim yapma eğilimini gerçekleştirmiş olması, Nâzım’ın canlı modelden çalışma ilkesine inançlı bir tutkuyla bağlandığını göstermektedir. Elindeki koşullar elverdiği ölçüde, sanat eğitimini bir “otodidakt” olarak hayata geçirdiğinin bir kanıtıdır bu durum. Çankırı Cezaevin’nde, “Zevcem, ruhurevanım” dediği Piraye için çizdiği portrelerde, eşinin fotoğraflarından yararlandığı görülüyor. Çoğunluğu kâğıt üzerine pastel malzemeyle çizilmiş olun bu portrelerde, eşine duyduğu sevgi ve özlemin yansımaları egemendir. Bu resimlerin en tipik örneği, Bursa’da bir otel bahçesinde Piraye ile çektirdiği fotoğrafa dayanarak çizmiş olduğu 1941 tarihli 31×44 cm. boyutundaki yağlıboya portredir.
1940’ta Çankırı Hapishanesinden, yöre yaşamının karakteristik özelliklerini ihmal etmeksizin çizdiği karakteristik özelliklerini ihmal etmeksizin çizdiği pastel resimlerinde perspektif kuralarına uyum gösterir. Çankırı’da bir kalaycı dükkânını, Bursa’ da bir doğa görünümünü konu aldığı resimlerinde, çevresel değerlerin, bir sanatçıya konu oluşturabilecek yönlerini göstermekten hoşlanır. Bu onun hümanist bir tutumla şiirlerinde yansıttığı insan ve doğa gerçeğini resimlerine taşımaktan geri durmadığının bir göstergesi olarak alınabilir.
Cebinde taşıdığı ajanda defterinin sayfalarına rastgele karaladığı ve kimi yerde insan çehresinin ayrıntılarını, kimi yerde çiçek ve bitki çizimlerini öne çıkardığı desenler, olağan günlük notlar arasında, bir ressamın küçük etüdleri olarak dikkat çeker.
Bu gözlemlerin gerisinde, elinde kalemi ve boyalarıyla, bir Nâzım imajı düşünmek, biraz daha kolaylaşıyor.