Ressamlığı
Kaya ÖZSEZGİN
Nâzım Hikmet’in resim sanatına olan eğilimi, sanılanın ya da bilinenin aksine, uzun yıllar yattığı Çankırı ve Bursa hapishanelerinde kendine yarattığı bir meşgaleden değil, bir sanat dalına duyduğu yakınlıktan ve annesi Celile Hanım’ın da ressam olması nedeniyle, bir tür soyaçekimden kaynaklanıyor olmalıydı. İstanbul Tevkifhanesinde ve Ankara Merkez Komutanlığı Cezaevi’nde başlayıp Çankırı ve Bursa hapishanelerinde devam eden hapislik yıllarında çizdiği, büyük çoğunluğu portre resimlerden oluşan çalışmaları, küçük çizimleri, notları, elde yaptığı ceviz kutular, yüzük kalemliker, şiir sayfalarına çiziktirdiği desenler gözden geçirildiğinde, bütün bu işlerin, genellikle hapishanelerde, koğuşların kapalı ortamında yatan insanların, bir mahkûm halet-i ruhiyesiyle yöneldikleri vakit geçirici (hobby) türden çalışmalar olmadığı, yaratıcı bir imgelem ve gözlem yeteneğinden kaynaklandığı görülür. Aynı hapishanede yatan Orhan Kemal – kuşkusuz başka mahkûmlar – onu resim çalışırken izlemekte, daha sonra daha sonra tuttuğu günlüğünde adını guvaş olarak öğrendiği ve annesinin hediye ettiği suluboyalarla, beyaz taşın üzerine lâle çizerken, sürekli olarak onu gözlemekte olduğunu belirmekten haz duyar. Resim yaparken ıslık çalması, resmin “ince” yerlerine gelince ıslığı ağırlaştırması, Nâzım’ın bu işi zevkine vararak yaptığının bir göstergesi olsa gerekir.
Nâzım’ın gen haritasına bakıldığında, şarimizin soy ağacının ressam, şair, yazar, politikacı ve askerlerle dolu olduğu görülecektir. Dedesi Mustafa Celalettin Paşa (gerçek adı Constantin Borcenski), Mühendishane Mektebini bitirip paşalığa kadar yükselmiş, harita çizmekte ve resim yapmakta usta bir kişiydi. Nâzım’ın Münevver hanımdan olan tek çocuğu, 2018 yılında Paris’te yaşamını yitiren Mehmet Nâzım da ressamdı. Nâzım’ın yeğeni Ayşe Yaltırım, anneannesi Celile Hanım’dan dersler almış, 10’un üzerinde sergi yapmıştır. Yaltırım’ın oğlu Murat Germen ise, mimarî fotoğrafçılığı yönüyle biliniyor.
Ferit Enver Paşa ile Leyla Hanım’ın kızı, Nâzım’ın annesi olan Celile Hanım ise şaire ressamlık yolunu açanların başında geliyordu kuşkusuz. Celile Hanım, padişah 11. Abdülhamid’in yaverliğini yapan babası Ferit Enver Paşa’nın girişimiyle, İtalyan asıllı ressam Fausto Zonaro’dan özel resim dersleri almış, portre ve çıplak(nü) konulu resimleriyle yeteneğini kanıtlamıştı. Şair Nâzım Paşa’nın oğlu Hikmet Nâzım Bey’le evliydi Celile Hanım. Nâzım Hikmet, hapishanede açlık grevine başladığında, 1950’de açtığı kampanya sırasında elinde taşıdığı levhaya”Nâzım Hikmet’in annesi ressam Celile” diye yazarak, bu yönüyle kendini tanıtmış oluyordu. Memet Fuat, Nâzım’ın resim yapmaya “annesine özenerek” başlamış olabileceği üzerinde durur. Kadıköy’de oturdukları yıllarda Nâzım, Memet Fuat ve annesi, arada bir Celile Hanım’a odalarını yaptığı resimlerle süslediği evine gittiklerinde, Nâzım, o yıllarda güzelliğiyle ün salan annesine, yüzünü aşırı boyadığı için kızarmış.
Memet Fuat Nâzım’ın resim yaptığına, ilk Mithatpaşa köşkünde oturdukları yıllarda tanık olmuştu. Ama bu resimler, yağlıboya yada pastel değil, evdeki herkesin profilden çizilmiş karakalem portreleridir. Böylece Nâzım’ın belki de annesinden gördüğü örneklerin etkisinde kalarak ilk çizimlerini karakalem desenler ve portre ağırlıklı çalışmalar çevresinde geliştirmiş olabileceğini düşünmek yanlış olmayacaktır. Salondaki şöminenin önüne çizim tahtasını yerleştirmekte ve ev halkının sırayla portrelerini çizmektedir. Çizimlerin modellere “bayağı” benziyor olması, Nâzım’ın bu portreleri çizmekteki amacının kendi çapında bir tür “kariyer” oluşturmak olduğu ve bu resimler aracılığıyla tutku duyduğu resim sanatına ilk adımlarını attığı anlaşılıyor.