Öykü ve Romanları
Füsun Akatlı
Kuşkusuz, Nâzım Hikmet’in en önemli ve onu en büyük yapan verimi şiir alanındadır. Ama artık biliyoruz ki o, müzikten tiyatroya, gazetecilikten resim sanatına, bilimsel-ideolojik düşünce üretiminden siyasal eylemciliğe ve nihayet hikâye ve romana uzanan geniş bir ilgi yelpazesi içinde devinmiş ve olağanüstü yeteneklerine eklenen dinamik coşkusu ile sanatın bütün türleri üzerinde – en azından- kafa yormuş, birçoğu ile de doğrudan doğruya meşgul olmuştur.
Nâzım Hikmet’in hikâye ve romanlarına bugünün anlatı sanatının değerlendirme kriterleri ile yaklaşıldığında, Türk edebiyatının bütünselliği içerisinde önemli bir yer tutmadıklarını söylemek kaçınılmazdır. Ama gerek onun yazınsal kimliğinin bütünlüğü içinde, gerek zamanındaki etkileri bakımından, hatta şiirine taşıdığı roman ya da hikâye unsurlarını çözümleyebilmek açısından hikâye-roman perspektifi içerisinden Nâzım’a bakmak büsbütün yararsız olmayacaktır.
Elimizde bulunan mektupları, kendileri kronik literatürünün (yani içine günlük, anı, mektup türlerini yerleştirebileceğimiz bin alanın) son derece ilgi çekici ve değerli örnekleri olmakla kalmaz bize, onun sanat, edebiyat, sanat felsefesi ve tabii bu arada hikâye ve roman hakkındaki düşüncelerini de ulaştırırlar. Bu mektupları okuduğumuzda saptıyoruz ki, Nâzım’ın şiirinden sonra en çok kafa yorduğu türler hikâye ve romandır. O, edebiyat pratiği içinde özgün yorumlarıyla da beslediği Marksist sanat felsefesini, anlatı türü içinde de teorik ve pratik düzlemde örneklendirmeye çalışmış ve asıl önemlisi, şiirine bu türün kimi öğelerini taşımıştır.
Önemli olan bir başka nokta, Nâzım’ın bu türler için düşünüp yazdıklarıyla, yazınsal değerlerini bugün de koruyan kimi romancı ve hikâyecilerimizi etkilemiş olmasıdır.Hatta onlar, hiç değilse belli bir dönemlerine kadar, onun edebiyat anlayışının uygulamasını yapmışlardır diyebiliriz. Sabahattin Ali, Nâzım Hikmet’le tanıştığı sıralar sadece hikâye yazıyordu. Romana girmesinde Nâzım’ın teşvik ve telkinlerinin büyük etkisi olmuştur. Orhan Kemal ise, gene Nâzım’la tanışana kadar, pek başarılı olmayan şiirler yazmaktaydı. Nâzım ona adeta hocalık etmiş, roman ve hikâye alanında teorik ve pratik donanımı sağlamıştır. Kemal Tahir derseniz, Nâzım’la mektuplaşmalarına bakarak onun da sanatının en etkili yol göstericisi ve eleştirmenin başka birisi olmadığını rahatlıkla söyleyebilecek durumdayız.
Nâzım Hikmet’in, edebiyatın ana sorunlarından birine, hatta başlıcasına, yani gerçeği yansıtma ve yorumlamanın yöntemine bakışı şöyledir: “Edebiyatta modern realizm, şuurlu olarak edebiyat sahasına diyalektik materyalizmin tatbikidir.” Ve edebiyatın diğer bütün sorunlarının çözümünde başvurduğu bu kılavuzu, edebiyatımızda bütün boyutlarıyla pratiğe döken ve yaşar kılan ilk yazar Nâzım Hikmet olmuştur. Ondan önce gelip geçmiş ve ürünlerinde belirli felsefi/doktriner yönsemeler görülmüş yazarlar, bu felsefi/doktriner yönsemeleri salt iletilmesi gereken mesajlar olarak değerlendiriyorlardı. Dünya görüşünü sanatın yalnızca özle ilgili sorunlarında işletmek, bir bütün olan sanat ürününün biçim sorunlarıyla bu dünya görüşünü birlikte yoğuramamak, genellikle biçimsel başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Sanat adına girişilmiş eylemlerin giderek sanat dışı, işlevsiz, zamana dayanıksız kalmasında, yazarların dünya görüşlerini sanatsal olarak yansıtma başarısızlıklarının olduğu kadar, o dünya görüşünü bütün boyutları ve başka alanlara uzantılarıyla kavramaktaki yetersizliklerinin de payı bulunabilir.
Nâzım Hikmet, kendi yaşadığı dönem içinde de, bugün de bu sorunları bilinçle aşmış pek az sayıda yazarımızdan biri ve tartışmasızca en büyüğüdür. Şunu da ekleyebilirim: Şiirine bakıldığında o, yalnızca kendi dünya görüşünü paylaşan şairler arasında klasmana sokulabilecek figürlerden biri değildir. Türk ve dünya şiirinde her türlü düşünsel ve sanatsal yönsemenin temsilcisi olan şairlerle bir arada ele alındığında da önemini ve büyüklüğünü korur. Sanat ve propaganda konusunda şöyle diyor: “Şair, mesela Bodler, Malarme, Verlen ümitsizliklerinden, ölümün hayattan güzel olduğundan, geçmiş zamanların hasretinden, vefasız sevgililerinden, Allah’ın kudretine sığındıklarından, sarhoşluğun meziyetlerinden, hatta oğlancılıktan bahsederler ve bunu ustaca söylerlerse propaganda olmuyor; ama bunların aksini ne kadar ustaca söylerse söylesin, bir şair propagandacı oluyor.” Burada ilgi çekici olan nokta, Nâzım’ın her iki tarafta yer alan sanatçılardan bahsederken “ustaca” nitelemesini kullanmasındadır. Başka bir yerde de şunları okuyoruz: “Bence bugün yeni realist edebiyatın en ön planda göz önünde tutulması lazım gelen tarafı, tesirciliği, öğreticiliği, okuyucuyu hayatta, pratikte daha müessir kılabilmek için ona yol göstericiliğidir. Bunu işte, çok usta bir surette yapmak lazım. Aksi takdirde roman roman olmaz, şiir şiir olmaz sadece panfile, yahut vaaz ve nasihat olur ki, bunlar da lazım olmakla birlikte, şiir, roman, hikâye nevine dahil değildir.”