Son Birkaç Söz
Nâzım’ın en son yargılandığı Donanma Davası’ndan bugüne elli yılı aşkın bir zaman geçti ama, yargılandığı davalar, özellikle son iki davası, hala haksız yargı uygulamasının örneği olma özelliğini sürdürüyor. Geçen zaman içerisinde, bu davaların bu özelliğini ortadan kaldıracak bir girişim henüz gerçekleşmiş değil.
Hukuk açısından Nâzım’ı davaları, siyasal davalardır. O nedenle açılmaları ya da sonuçları hukuk ölçülerine göre değil, siyasal koşullara ve iktidarın siyasal eğilimlerine göre belirlenmiştir .Örneğin, 1925 yılının koşulları içerisinde Ankara İstiklal Mahkemesi’nce onbeş yıl küreğe konulma gibi ağır bir cezaya mahkum edilen Nâzım, 1928 yılının değişen koşullarında, aynı yargılamanın yinelenmesi sonucunda aklanmıştır. Tek başına bu olay bile, bu davaların, değişik bir siyasal ortamda değişik sonuçlar verebileceğini göstermektedir 17 Bunun içindir ki, bu ve benzeri davaların sonuçlarını mutlaklaştırmak ya da kesinleşmiş ve değişmez yargılar olarak görebilmek olanaklı değildir .
Nâzım’la ilgili davaların (hatta tüm Marksist Sol’a ve diğer siya- sal yapılanmalara yönelik davaların) iki ayrı tarihsel süreçte geliştiği ve bu süreçlerin özelliklerini yansıttığı görülmektedir… Bunlardan birincisi, Ankara Hükümetinin kurulmasından 1930 yılına kadar uzanan tarihsel süreçte gerçekleşmiştir. Ve bu dönemin davaları, Ankara hükümetlerinin Sovyetler birliği ile ilişkilerine ve Cumhuriyet rejiminin yerleşmesi çabalarıyla atbaşı giden otoriter yönetim anlayışına bağlı olarak gerçekleşmiştir .Mustafa Kemal Paşa ve çevresinin, ülkedeki tüm siyasal çevre ve akımları kontrol altında bulundurma kaygılarıyla doğrudan ilgilidir… 1920’li yılların sonlarına doğru varlığını duyurmaya başlayan, ama esas olarak 1930’lu yıllarda ülkenin siyasal gündeminde yer alan anikomünizm ve “parti-devlet birliği” temelinde otoriter bir uygulama gündeme gelmiştir. Giderek faşist Alman propagandasının da etkisiyle, anikomünizm ve “milliyetçilik” adına faşist bir tırmanış bu dönemi karakterize etmiştir. Bu dönemin siyasal davaları da bu gelişmelere bağlı olarak varlık göstermiştir. Yargı uygulamaları faşist mantığın ve antidemokratik bir ortamın ürünü olduğu için de çok serttir .
Nâzım, hangi dönemde olursa olsun, açılan tüm davalarda (hatta yaşamı boyunca karşılaştığı her koşul ve durumda), açık komünist kimliğiyle davranmış, buna özel çaba göstermiştir. Ancak, bu tutumunu da yasallık temelinde geliştirmeye dikkat etmiştir. Yani, komünist düşünceyi bir ideal olarak benimsemiş olduğunu ve Anayasanın da bunu yasaklamadığını sürekli savunmuştur.
İşte, Nâzım’ın davaları ve ona vücut veren siyasal yaşamı ya da tutumu böylesi bir çerçevede gelişmiş ve somutlaşmıştır. Nâzım artık yaşamıyor. Ama siyasal düşünce ve inanç özgürlüğü üzerindeki yasaklar ve onlara bağlı siyasal davalar hala sürüyor. Bu durum Nâzım Hikmet’le ilgili davaların da sürmesi anlamına geliyor. Çünkü, bu kez de, onun yapıtlarını yayınlayanlar, adına etkinlikler düzenleyenler yargılanıyorlar. Ülkemizdeki siyasal gelişmeler , Nâzım’a konulan yasağın giderek gerileyeceği ve nihayet tümüyle kalkacağı günlere gebe görünüyor. Kuşkusuz, demokratikleşme sürecinin ilerlemesiyle, Nâzım Hikmet yargılamaları (hatta tüm düşünce özgürlüğüne yönelik yargılamalar) gündeme geliyor ve yapılagelen uygulamalar mahkum ediliyor . Tarihin demokrasi yönündeki gelişmesi, bu sonucu kaçınılmaz kılıyor. (Ekim 1989)
Nâzım’ın İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi’nde yürütülen ve “Süreyya Paşa Davası” olarak bilinen yargılaması, “Neşir yoluyla namus ve haysiyete dokunacak hakaret fiili .” ile ilgiliydi (1933). Ayrıca, Rize Ağır Ceza Mahkemesi’nde ise TCK’nin 146. Maddesinin yanısıra, “pasaportsuz huduttan içeri girmek ve şans-ı âhara ait nüfus tezkeresini istimâl eylemek” ile suçlanmıştı (1928). Öte yandan, gerek Harp Okulu Askeri Mahkemesi’nde, gerekse Donanma Komutanlığı askeri Mahkemesi’nde “Askeri İsyana tahrik” suçunu düzenleyen Askeri Ceza Kanunu’nun 94. Maddesi’ne muhalefet suçundan yargılanmışsa da (1938), yargılamaya konu eylemi iddianamede ve Gerekçeli karar’da “komünistliği (..) ordu dâhilinde tahakkuk ettirmek şeklinde tanımlanmıştı.
Bu süre, kitabın ilk baskısının yapıldığı 1989 yılı itibariyle söz konusudur; 2007 yılına göre de 69 yıl geçmiş bulunmaktadır.
Bu konuda yargılamanın iadesi anlamında Askeri Yargıtay nezdinde yaptığımız bir başvuru, Askeri Yargıtay Başsavcılığı’nın çabasına karşın, Nâzım Hikmet dosyalarının temin edilememesi nedeniyle sonuçsuz kalmıştır.