John Berger (İngiltere), Henrik Nordbrandt (Danimarka), Titos Patrikios (Yunanistan), Cevat Çapan, Turgay Fişekçi ve Tarık Günersel'den oluşan seçici kurul, yaşam boyu bütün eserlerinde ortaya koyduğu insancıl öz ve sanatsal başarıyı göz önüne alarak ödülün Erik Stinus'a verilmesini kararlaştırdı. Uluslararası Nâzım Hikmet Şiir Ödülünün dördüncüsü, 26 Nisan akşamı Aya Irini Kilisesinde düzenlenen bir törenle Danimarkalı şair Erik Stinus'a verildi.
Nâzım Hikmet Vakfı Genel Sekreteri Turgay Fişekçi' nin açılış konuşmasıyla başlayan gecede tiyatro sanatçısı Cüneyt Türel, Nâzım Hikmet şiirleri seslendirdi.
Ardından Kemal Özer, Erik Stinus'un şiirini değerlendiren bir konuşma yaptı ve Stinus'un Türkçe'ye çevrilen şiirlerinden örnekler sundu.
Geceye katılan Uluslararası Nâzım Hikmet Şiir Ödülü Seçici Kurul üyesi Henrik Nordbrandt, şaire ilişkin anı ve değerlendirmelerini aktardı.
Erik Stinus'un hastalığı nedeniyle katılamadığı gecede ödülünü, kızları Miriam ve Asra Stinus, Seçici Kurul Başkanı Cevat Çapan'nın elinden aldılar.
Kızlarının Stinus'un gönderdiği teşekkür mesajını okumalarıyla tören sona erdi.
Vakıf Genel Sekreteri Turgay Fişekçi
Vakıf Başkan Vekili ve Seçici Kurul Başkanı Cevat Çapan Miriam - Asra Stinus
ERIK STINUS
1934'te doğan Erik Stinus, 1951 Berlin Dünya Gençlik Festivali'nde Nâzım Hikmet'le tanıştı ve onun etkisinde kaldı. 1957'de gittiği Hindistan'da Sara Mathai ile evlendi. Eşiyle birlikte Hindistan ve Danimarka'da yaşadılar. Üç yıl Tanzanya'da "kalkınma gönüllüsü" olarak çalıştılar.
Yayımlanmış 20 şiir, 4 öykü, 4 gezi ve bir de romanı bulunan Erik Stinus, aralarında Türk şairlerinin de olduğu çok sayıda dünya şairini Danca'ya çevirdi.
1994'ten buyana sık sık ülkemize gelerek şiir etkinlikleri ve okuma günlerine katıldı. Ülkemizde Şiirler (Çevirenler: Adil Erdem-Zerrin Taşpınar, Memleket Yayınları), Yaşamı Diriltmek İçindir Şarkılarım (Çeviren: Murat Alpar, Yordam Yayınları) ve Kışın Bir Ağacın Binde Biri (Çevirenler: Kemal Özer-Gülşah Özer, Toroslu Yayınları) adıyla üç şiir kitabı yayımlandı.
Miriam ve Asra Stinus
Erik Stinus'un Ödül Konuşması
“Yaşamımın sonuna yaklaşırken bana Nâzım Hikmet Ödülü vermek istemenizin beni ne kadar mutlu ettiğini anlatmam doğrusu çok zor. Ancak içimde canlanan anıları anlatmayı başarabilirim sanırım. Şimdi dönüp geriye baktığımda, Nâzım Hikmet ve şiiri hakkında öğrendiklerimin yalnızca bir rastlantı olmadığını görüyorum. 1950 yılında, Danimarka'da daha 16 yaşında bir lise öğrencisiyken, dünyanın dört bir yanından, kendi ülkeleri ve halkları hakkında anlattıklarından yola çıkıp "usta" olarak seçebileceğim ozanlar arıyordum. Bir yıl sonra, 1951'de, Berlin'de Gençlik Festivali'ne katıldım. İşte orada, epey uzaktan da olsa, Nâzım Hikmet'i ve Şilili Pablo Neruda'yı gördüm. Her ikisi de o dönemde sürgündeydi. Onları gördüm ama henüz kim olduklarını bilmiyordum. Ancak Danimarka'ya, evime döndükten ve Dancaya çevrilmiş az sayıdaki şiirlerini bir dergide gördükten sonra, ayırdına vardım. Böylece Nâzım Hikmet'i, 18 yıl süren bir hapislik döneminin ardından görmüş olduğumu anladım.
1956'da çalışmalarımı tamamladıktan sonra, üç Danimarkalı arkadaşımla birlikte eski bir arabaya binip Hindistan'a doğru yola koyulduk. Yolumuzun üzerinde yer alan Türkiye'ye gelince Ankara'da konakladık. Kuzenlerimden biri burada yaşıyor, kocası bir bira fabrikasında müdürlük yapıyordu. Beni bir Türk ailesiyle tanıştırdılar ve onların evinde Nâzım Hikmet'in bir şiir kitabını buldum. Çok şaşırdım, çünkü onun kitaplarının Türkiye'de yasak olduğunu, elinizde bir kitabı bulunursa ceza göreceğinizi de biliyordum. Ev sahibesi odaya girdiğinde ben, içinde hangi şiirlerin bulunduğunu elbette bilmediğim bu kitap elimde, oturuyordum. Bana o kitabın, kendisi ve kocası için sahip oldukları en değerli şeylerden biri olduğunu söyledi. Aynı gece, her ikisi de bu kitaptaki şiirleri yüksek sesle bana okudular ve içlerinden birini İngilizce'ye çevirdiler. O evden ayrılmadan önce, Nâzım Hikmet'in şiirlerinin Dancaya çevrilmesini sağlamam konusunda da bana söz verdirdiler.
Ankara'dan Adana'ya doğru giderken pek çok köyden geçtik. Otellerde kalmıyorduk, yanımızda bir çadır vardı. Bazen yerleşim merkezlerinden çok uzak yerlerde, ovalarda kamp kuruyorduk. Bir gece, yaktığımız küçük ateşin çevresine oturup ekmek, zeytinyağ, domates ve konservelerden oluşan akşam yemeğimizi yiyorduk. Karanlığın içinden üç delikanlı çıkıp geldi. Belli ki köylüydüler ve anlamadığımız sözcüklerle, el kol işaretleriyle bize o gece çok üşüyeceğimizi anlatmaya çalıştılar. Bizi köylerine davet ediyorlardı sanki. Yüzlerinde yalnız dostça duygular yansıtan bir ifade vardı, ama niyetleri konusunda biraz şüphelendiğimiz için önerilerini kabul etmedik. Geldikleri yöne dönüp gittiler. Az sonra gözden silindiler. Ve biz geceyi geçirmek üzere hazırlandık. Yaklaşık yarım saat sonra üçü karanlığın içinden yine belirdiler. Bu sefer ellerinde iki koyun postu ve büyük bir battaniye vardı. Bunları çadırımızın önüne serdiler. Ellerindeki torbadan irice bir peynir topağı çıkarıp battaniyenin kenarına koydular. Artık niyetleri konusunda herhangi bir tereddüdümüz kalmamıştı. Ovada bizi konuk etmek, verebilecekleri ne varsa paylaşmak istediler. Çay demlemek için ateşe kuru saman attık. Delikanlılar yanımıza oturdu; biri peyniri dört büyük üç küçük dilim halinde kesti. Büyük dilimler, konuk olduğumuzdan dolayı bizeydi. Bizim için ek, ama onlar için belki de tek yiyecek olan peyniri bitirdikten sonra, bizim için şarkı söylediler. Bizleri de şarkı söylemeye özendirdiler. O ânın kutsallığından esinlenerek (gerçekten kutsal olduğunu duyumsuyorduk) Danimarkalıların pek beceremediği bir şey yaptık, birkaç Danimarka şarkısı söyledik. Ondan sonra yeniden ayrıldılar, battaniyeyi bize bırakarak karanlığa karıştılar.
Ertesi sabah, iri bir parça başka peynir, bir somun ekmek ve birkaç salkım üzümle geri geldiler. Bize ödünç verdikleri ve gece boyunca sıcak tutan battaniyeleri topladılar. En sonunda her biriyle tek tek el sıkışarak vedalaştık. Herhalde tarlalardaki işlerinin başına döndüler; biz de dünyayı ve halkları keşfe çıkan ilkel kâşifler olarak güneye doğru yolumuza devam ettik.
Şimdi biliyorum ki, Ankara'da benim için çevrilen şiir, hem o yolculuğumda hem de gelecekte Türkiye'ye yapacağım öteki yolculuklarda kılavuzluk etti bana. Bu sırada, çıplak tepeler üzerinde güneşin ağarttığı kayalara yazılı "Ağaçlar ülkemizi varsıl kılacak" cümlesi de içinde, birçok görünümle karşılaştım. Köylerin yoksulluğunu, ne kadar yalıtılmış olduklarını, dertlerini ayırt ettim ve yarı aç, gözleri hüzünlü inekleriyle katırlarını gördüm. Köylülerin gözü pek savaşımlarını, zar zor geçinebilmek uğruna birkaç başak buğdayı inatçı topraktan elde etmek için kara sabanlarıyla nasıl uğraştıklarını gördüm. Hepsinin ötesinde, Türk halkının konuksever yapısını ve Türk kültürünün değişik zenginliklerini gördüm, duyumsadım.
Değerli meslektaşlarım, bu ülkede, bir parça da benim ülkem olduğunu duyumsadığım bu ülkede, -yazık ki şu an için sizin ellerinizden almaya gelemesem de- o mükemmel şairiniz Nâzım Hikmet'in adını taşıyan bir ödül almak beni çok derinden duygulandırdı ve biraz da gururlandırdı.“
Erik Stinus
İstanbul, 26 Nisan 2009
Çeviren: Kemal Özer
Eric Stinus'dan Bir Şiir
ADALILAR İÇİN 25 SATIR
Dünya düzeninde, demokratik olacağını
söylüyorlar bunun, batmazmış adalarla vahalar
ufuk çizgisinin altına asla. Onlardan
yayılıp duracak başka yasalara ilişkin bilgilerle
daha derin bir dayanışmanın renkleri. Dağlardaysa
gündelik işçiler, dışlanmışlar, mangal kömürü yapanlar
gezgin ozanlarla bir avuç üniversiteli arkadaşı onların
ellerinde çekiç ve körükle her akşam toplanıp
bir ateşin çevresine düşünüyorlar nasıl durduracaklar
İspanyol fatihlerini. Zırhlı tanrıların
ve camdan tapınakların altından
bir göz atacak otlar dışarıya, kasvetli papazların
ve satıcıların arasından biri şaşkınlıkla
arkasına bakacak unutulmuş bir şiveyi tanıyarak.
Kimbilir belki de komünizm dudağında bir ıslıkla
ansızın girecek makinelerin donattığı işyerlerine,
adı Karl ya da Friedrich olarak çekinmeden girecek
bir kral edasıyla, bir İskandinav kabile reisi gibi
Volodya olarak, Hintli bir tüccar gibi Mohan olarak
ve elbette o denizcilerle azizlerin adlarını taşıyan
Fidel, José, Juan olarak girecek, yorgun bir kâhya
adıyla Marta olarak, adlarında sesli harflerin çınladığı
Rosa, Radha, Amina, Tunde ve Dai olarak.
Koskoca bir şirket haline geldikten sonra Dünya
beklenmedik bir kalp atışı duyulacak, altınla kaplı.